Dünya bu güne kadar birkaç milyar yıldan bu yana dönüyor, en azından bir o kadar daha dönmeye devam edecek diye düşünülüyor. Tüm dünyanın geçmişini toplam 24 saat içine sığdıracak olursak insanlığın başlangıcından itibaren günümüze kadar gelmesi tam bir saniye sürecektir. Ne var ki insan aklı hızlı bir şekilde gelişip kendini hayatta tutmak için elinden geleni yapmakta. İlk önceleri kabileler halinde yaşamak faydalı gelmiştir insana, daha sonraları ise topluluk içerisinde aileler, küçük gruplar haline gelmiş ve insanların güvenlik ihtiyacını karşılamaya çalışmıştır.Tüm bunlar olurken insanlar artık birbirlerinden daha fazla zarar görmeye başlamış ve aile yapıları daha fazla güçlenmeye başlamış. Bunun üzerine ise nüfus artışı yaşanmıştır çünkü kalabalık aileler her zaman daha fazla hayatta kalabilirdi. İnsanlık için güvenliği devletler sağlamaya başlayınca ise ailelerin içerisindeki bu kalabalık azalmaya ve bireyler başka işlere koşulmaya başlamış ve düzenli olarak yapılan meslekler ortaya çıkmaya başlamıştır. Yeteneklerdeki lokalizasyon ile birlikte artık ustalık kavramı oluşmuş, günümüzde de bu ustalık kavramı hala devam etmekte. Ne var ki insanlık son iki yüzyılda çok değişik bir şekilde dönüşmeye başlamıştır. Bunun en önemli sebebi teknolojik icatların bulunma ivmesinin sürekli olarak artmasıdır. Gelişen teknolojiler genel olarak insanlığın faydasına olan, insanların hayatını kolaylaştırmak adına yapılmış icatlardı. İnsanları bu teknolojileri icat etmeye iten en önemli etken ise sorunlardı. Sorunların arkada bırakılması gerekiyordu ve bunun için kafa yoran insanlar çalışmaya başlamışlardı bile. Mesela Leonardo Da Vinci'yi düşünecek olursak onu bu kategoriye almak pek mümkün olmayacaktır, çünkü Da Vinci kendi kafasının içindeki seslerin arkasından giderek merakı doğrultusunda işler yapmıştır ve insanların faydasına olup olmayacağını pek gözetmemiştir diyebilirim. Ama Alexander Graham Bell'i düşünürseniz insanlığın faydasına sunduğu telefon icadı ile uzakları yakına getirmiştir. Tüm bunlar bir yana dursun da "Bu gün neredeyiz?" diye kendimize sormanın zamanı geldi de geçiyor.
Bizler, yani 90'ların nesli teknolojinin evrimine tanık olduk sanırım. 1990'da cep telefonu diye bir şey yoktu ülkemizde, şimdi ise olmayan kimse yok diyebiliriz. Biz bu teknolojilerin emeklediği, yürüdüğü ve koştuğu zamanlara tanık olduk. Ama şimdiki nesil öyle mi? 2010 yılında doğmuş birisi an itibari ile 9 yıldır telefonlar üzerinde pek de bir değişiklik olmadığına tanık oldu. Bu da akıllara teknolojik icatların ya da yeniliklerin bulunma oranının azaldığı gibi bir soru getiriyor akıllara. Çünkü sadece telefon olayında değil bir çok alanda da durum bu şekilde. İvme azalıyor. Ya da azalmıyor mu? Siz bu grafiği 2 boyutlu olarak düşünürseniz x eksenindeki ivmenin çok yavaşladığını görebilirsiniz. Fakat bu grafiğe 3. boyutu eklerseniz ivmenin azalmadığını görürsünüz. Z eksenine doğru yöneldiğini görürsünüz. Yani nesnesel olarak icatlar durma noktasına gelmiş olabilir ama bu nesnelere özellik kazandırma noktasında ivme azalmıyor aksine artıyor. Akıllı telefonları düşünün mesela, çıktıklarından bu yana çok da şekil değiştirmediler, çünkü herkes o telefonlar için uygulama üretmeye girişti. Akıllı telefonlara yeni donanımlar kazandırılmadan internet ve yazılım sayesinde ne gibi özellikler kazandırıldığını düşünün mesela. Bu konuda fikri olan kişinin, kendi fikrini geliştirmek ve hayata geçirmek için yapması gereken tek şey bir bilgisayar ve gerekli birkaç yazılımdı. Hiç kimseden bir destek beklemedi, hiç kimsenin ona sponsor olmasına gerek kalmadı. Çok cüzi miktar para ile yazılımlar geliştirip bu yazılımlardan binlerce TL para kazanan insanlar türedi. Aslına bakacak olursak üretim ve icat yapma sadece zeki ve zengin olanların tekelinden çıkarak kafasını kullanmayı öğrenen bireylere de mal oldu. Sonuç olarak yeni buluşların ivmesi azalmadı aksine arttı. Biz doksanların nesli olarak daha çok icatların nesne düzeyinde olması gerektiğine inanıyoruz. Çoğu kişi işe bu şekilde bakıyor maalesef. Aslına bakarsanız 90'lı yılların çocukları hayallerini yaşıyor. Kodlar, internet, her yerden erişilebilme, sınırları olmayan bir dünya, istediğiniz kadar seçenek, kullanmadığını kaldırıp atma, savurganlık, sefa içinde yaşam! - ama sanal dünyada... Şimdiki nesle bakarsan onlar bundan başka bir şey görmediler zaten. Biz dijital göçmeniz onlar ise bu sanal dünyanın yerlileri. Şu bir geçek ki biz ne zaman bilgisayarın başından otomasyon sistemlerine işimizi gördürmeye başladık, o zaman tembelleştik ve orada kalmaya devam ettik. Ben bu otomasyonları hiç kullanmadım diyenlere tek bir örnek yeterli olacaktır sanırım. Bir akıllı telefondan beğen butonuna basmanız onlarca belki de yüzlerce otomasyon sisteminin birlikte koordineli bir şekilde çalışıp karşıdaki kişiye fotoğrafınızı beğendiğinizi bildirmeniz ile sonuçlanıyorsa ve bu bir kaç saniye içinde oluyorsa, siz bu otomasyonların alasını kullanıyorsunuz. Şimdi düşünelim; bir butona basmak mı maharet yoksa o butona basıldığında olacakları tasarlayıp işe dökme ve bunları koordineli çalıştırmak mı maharet?
Kod üretmenin ve bu kodların aksamadan hatasız bir şekilde çalışmasını sağlamak bilmeyenler için çok kolaymış gibi gelebilir ama bilen bilir, hatasız bir kod dizisi yazabilmek için yıllarını veren insanlar vardır.
Biz nesnelerin dünyasında büyüdük, icatların nesneler olması gerektiğine inanıyoruz. Şimdiki nesil nesnelerin interneti dünyasında büyüdü, icat edilebileceklerin arkasında bir kod düzeninin, bir üst aklın çalışması gerektiğine inanıyorlar. Bir çocuğu karşınıza alıp o çocuğa arabalardaki diferansiyel sistemini anlattığınızda muhtemelen bunu çok mekanik ve basit bulacaktır. Yeni model arabalara baktığınızda diferansiyel sistemlerini bir yazılımın kontrol ettiğini görürsünüz. Pekala şimdiki gençlerle aramızda baya bir fark var diyebiliriz. Aslında bizim onların düşünce yapılarına ayak uydurmamız gerekecek sanırım.
Bundan yaklaşık olarak 30 yıl öncesine gidecek olursak, insanlar üretim yapmak için diğer insanlarının gücüne ve yardımına ihtiyaç duyuyorlardı. Mesela 10 Dönümlük bir tarlanız var ve siz bu tarlaya domates ekmeyi planlıyorsunuz diyelim. 30 yıl öncesinde tarlayı ekebilmek için 20 tane işçi tutmanız ve bu işçileri 5 gün kadar çalıştırmanız gerekecekti. Doğru orantı kurarak eğer tarlayı 1 günde ekmeniz gerekirse 100 tane işçi tutmanız gerekecekti. Her birine günlük 50TL(Şimdiki hesaba göre) verdiğimizi düşünelim. Toplamda bu iş için 5 bin TL para harcamanız gerekecekti. O zamanlarda traktör yok muydu bu tarlaları işlemek için? Elbette vardı fakat alım gücün yeterse alabilirdin. Şimdilerde ise köylere gittiğinizde her evin önünde birer tane olduğunu görürsünüz. Günümüzde ise 10 dönüm olan bir tarlaya yine domates ekmek için sadece 1 kişiye ve 1 traktöre ihtiyacın var. Traktörün maliyetini saymazsak harcayacağı mazot toplamda 1000 TL civarında tutacaktır. Tarla sahibinin bu işten karı 4 bin TL civarında olacak. Şimdi siz bu tarlanın sahibine diyebilir misiniz ki "Kardeşim sen traktör kullanma." diye. İş daha kolay ve daha ucuz oldu teknoloji sayesinde. Pekala arada 99 kişi işsiz kaldı. Şimdi bu 99 kişinin yeni iş kollarında çalışması mı gerekli yoksa kalkıp teknoloji çok kötü bir şey demesi gerekli? Teknolojinin sınırı yok ve bu teknoloji dünyanın neresinde üretilirse üretilsin çiftçinin bile ayağına kadar gelebiliyor. Bu örneği vermemin sebebi ise insanlar için hayati öneme sahip olan yiyeceklerimizin üretilmesindeki devrimin boyutlarını vurgulamak. Bundan 30 yıl sonrasını düşünelim şimdi de. Tarlaya gideceksiniz, bakacaksınız ki domatesleriniz çoktan ekilmiş. Az önce kar eden çiftçinin kendisi de şimdi işlevsiz hale gelmiş olacak. Artık yıl 2050 olduğunda kimse gidip tarlada kazma kürek çalışmayacak emin olabilirsiniz. Bazı büyük şirketler sizin arazilerinizi çok düşük maliyetlere ekip hasat edebilecekler. Şirket çalışanı sabah saat 10'da yatağından kalkıp kahvaltısını yaptıktan sonra kahvesini alıp bilgisayarın başına geçerek şirketin robotlarını kullanarak sizin arazinizi evinden çıkmadan işleyebilecek. İşte bu teknoloji yapıldı yapılacak artık, an meselesi. hikayenin başında 100 kişi iş sahibi iken hikayenin sonunda sadece 1 kişi iş sahibi ve tarlada çalışmaktan zerre anlamayan, sadece bilgisayarın önündeki Joystick'i kullanmayı bilen bir kişi olacak. 2050'den bir 20 yıl sonrasına gittiğimizde ise bu kişi bile iş sahibi olamayacak çünkü güneş enerjisi ile çalışan hava şartlarına ve mevsimlere göre sebze ekip hasat edebilen, olgunluklarını kontrol edebilen, sebzeleri zararlı hayvanlardan koruyabilen, hasat ettiği ürünü fabrikalara ulaştırabilen yapay zekaya sahip robotlar da üretilmiş olacaktır. Tüm bunların yanında fabrikada da insan işçiler olacağını hiç düşünmüyorum. Olsa olsa bir kişi çalışır o da kontrolör olarak görev yapardı herhalde.
Yukarıdaki hikayede bu işten en karlı çıkacak olan kişi şüphe götürmez bir şekilde yazılımları ve fiziksel mekanizmayı geliştiren kişi olacaktır. Şimdi durum değerlendirmesi yaptığımızda, siz BEĞEN butonuna basan kişi mi olmak istersiniz yoksa beğen butonunun yazılımını yapan kişi mi?
Robotik kodlama eğitimlerinin küçük yaşlarda alınmasının gerekliliği günümüzün tartışmaları arasında. Biz görüyoruz ki, şimdiki dünyanın içine doğmuş dijital yerliler sosyal medya ve kontrolsüz internet tüketimi içerisinde kendilerini kaybedip üretken olamıyorlar. Kitap okumanın yerini "video izlemek" almış durumda ve önceki zamanlarda kitaplardan pek de faydasız bilgi bombardımanı olmazken şimdilerde ise videolarda tamamen işe yaramayan sadece 3 saniyelik kahkahalar atmamızı sağlayan faydasız içerikler gençleri etkisi altına almış maalesef. Üretim demişken kimsenin de gidip köyde, fabrikada, sanayide çalışmaya niyeti yok açıkçası. Bir çok konuda tren kaçmış iken çocuklarımızı geleceğin mesleği olan Kod Üretimine sevk edip bu konuda treni yakalamaları sağlanmalı. Bu konu öylesine hassas ki bir çocuğa "Büyüyünce ne iş yapmak istiyorsun?" dediğimde sadece insanların yapabileceği meslekleri söylemesini umuyorum, aksi taktirde üzülüyorum, çünkü tüm dünya insanlarını bir boş bulunmuşluk ve büyük bir hezeyan beklemekte. Sabah kalkıp takım elbiseyi giyip işe gitme devri de kapanıyor artık. Ayak uydurabilenler hayatta kalacak, diğerleri sadece tüketici konumunda kalacaklar. Biz kendi çocuklarımızın bu durumdan kurtarıp zihinlerini açarak yeni dünya düzenine ayak uydurmalarını sağlamalıyız. Bunun için ise yazılımları öğrenebilen ve aktarabilen insanlara ihtiyacımız var. Daha sonrasında ise kod üreten bireyler ile mekanik kafaları bir araya getirmek kalıyor. Bu da otomasyonun hayatımızdaki yerini sağlamlaştıracaktır. Şimdi tekrar soruyorum...
Bizler, yani 90'ların nesli teknolojinin evrimine tanık olduk sanırım. 1990'da cep telefonu diye bir şey yoktu ülkemizde, şimdi ise olmayan kimse yok diyebiliriz. Biz bu teknolojilerin emeklediği, yürüdüğü ve koştuğu zamanlara tanık olduk. Ama şimdiki nesil öyle mi? 2010 yılında doğmuş birisi an itibari ile 9 yıldır telefonlar üzerinde pek de bir değişiklik olmadığına tanık oldu. Bu da akıllara teknolojik icatların ya da yeniliklerin bulunma oranının azaldığı gibi bir soru getiriyor akıllara. Çünkü sadece telefon olayında değil bir çok alanda da durum bu şekilde. İvme azalıyor. Ya da azalmıyor mu? Siz bu grafiği 2 boyutlu olarak düşünürseniz x eksenindeki ivmenin çok yavaşladığını görebilirsiniz. Fakat bu grafiğe 3. boyutu eklerseniz ivmenin azalmadığını görürsünüz. Z eksenine doğru yöneldiğini görürsünüz. Yani nesnesel olarak icatlar durma noktasına gelmiş olabilir ama bu nesnelere özellik kazandırma noktasında ivme azalmıyor aksine artıyor. Akıllı telefonları düşünün mesela, çıktıklarından bu yana çok da şekil değiştirmediler, çünkü herkes o telefonlar için uygulama üretmeye girişti. Akıllı telefonlara yeni donanımlar kazandırılmadan internet ve yazılım sayesinde ne gibi özellikler kazandırıldığını düşünün mesela. Bu konuda fikri olan kişinin, kendi fikrini geliştirmek ve hayata geçirmek için yapması gereken tek şey bir bilgisayar ve gerekli birkaç yazılımdı. Hiç kimseden bir destek beklemedi, hiç kimsenin ona sponsor olmasına gerek kalmadı. Çok cüzi miktar para ile yazılımlar geliştirip bu yazılımlardan binlerce TL para kazanan insanlar türedi. Aslına bakacak olursak üretim ve icat yapma sadece zeki ve zengin olanların tekelinden çıkarak kafasını kullanmayı öğrenen bireylere de mal oldu. Sonuç olarak yeni buluşların ivmesi azalmadı aksine arttı. Biz doksanların nesli olarak daha çok icatların nesne düzeyinde olması gerektiğine inanıyoruz. Çoğu kişi işe bu şekilde bakıyor maalesef. Aslına bakarsanız 90'lı yılların çocukları hayallerini yaşıyor. Kodlar, internet, her yerden erişilebilme, sınırları olmayan bir dünya, istediğiniz kadar seçenek, kullanmadığını kaldırıp atma, savurganlık, sefa içinde yaşam! - ama sanal dünyada... Şimdiki nesle bakarsan onlar bundan başka bir şey görmediler zaten. Biz dijital göçmeniz onlar ise bu sanal dünyanın yerlileri. Şu bir geçek ki biz ne zaman bilgisayarın başından otomasyon sistemlerine işimizi gördürmeye başladık, o zaman tembelleştik ve orada kalmaya devam ettik. Ben bu otomasyonları hiç kullanmadım diyenlere tek bir örnek yeterli olacaktır sanırım. Bir akıllı telefondan beğen butonuna basmanız onlarca belki de yüzlerce otomasyon sisteminin birlikte koordineli bir şekilde çalışıp karşıdaki kişiye fotoğrafınızı beğendiğinizi bildirmeniz ile sonuçlanıyorsa ve bu bir kaç saniye içinde oluyorsa, siz bu otomasyonların alasını kullanıyorsunuz. Şimdi düşünelim; bir butona basmak mı maharet yoksa o butona basıldığında olacakları tasarlayıp işe dökme ve bunları koordineli çalıştırmak mı maharet?
Kod üretmenin ve bu kodların aksamadan hatasız bir şekilde çalışmasını sağlamak bilmeyenler için çok kolaymış gibi gelebilir ama bilen bilir, hatasız bir kod dizisi yazabilmek için yıllarını veren insanlar vardır.
Biz nesnelerin dünyasında büyüdük, icatların nesneler olması gerektiğine inanıyoruz. Şimdiki nesil nesnelerin interneti dünyasında büyüdü, icat edilebileceklerin arkasında bir kod düzeninin, bir üst aklın çalışması gerektiğine inanıyorlar. Bir çocuğu karşınıza alıp o çocuğa arabalardaki diferansiyel sistemini anlattığınızda muhtemelen bunu çok mekanik ve basit bulacaktır. Yeni model arabalara baktığınızda diferansiyel sistemlerini bir yazılımın kontrol ettiğini görürsünüz. Pekala şimdiki gençlerle aramızda baya bir fark var diyebiliriz. Aslında bizim onların düşünce yapılarına ayak uydurmamız gerekecek sanırım.
Bundan yaklaşık olarak 30 yıl öncesine gidecek olursak, insanlar üretim yapmak için diğer insanlarının gücüne ve yardımına ihtiyaç duyuyorlardı. Mesela 10 Dönümlük bir tarlanız var ve siz bu tarlaya domates ekmeyi planlıyorsunuz diyelim. 30 yıl öncesinde tarlayı ekebilmek için 20 tane işçi tutmanız ve bu işçileri 5 gün kadar çalıştırmanız gerekecekti. Doğru orantı kurarak eğer tarlayı 1 günde ekmeniz gerekirse 100 tane işçi tutmanız gerekecekti. Her birine günlük 50TL(Şimdiki hesaba göre) verdiğimizi düşünelim. Toplamda bu iş için 5 bin TL para harcamanız gerekecekti. O zamanlarda traktör yok muydu bu tarlaları işlemek için? Elbette vardı fakat alım gücün yeterse alabilirdin. Şimdilerde ise köylere gittiğinizde her evin önünde birer tane olduğunu görürsünüz. Günümüzde ise 10 dönüm olan bir tarlaya yine domates ekmek için sadece 1 kişiye ve 1 traktöre ihtiyacın var. Traktörün maliyetini saymazsak harcayacağı mazot toplamda 1000 TL civarında tutacaktır. Tarla sahibinin bu işten karı 4 bin TL civarında olacak. Şimdi siz bu tarlanın sahibine diyebilir misiniz ki "Kardeşim sen traktör kullanma." diye. İş daha kolay ve daha ucuz oldu teknoloji sayesinde. Pekala arada 99 kişi işsiz kaldı. Şimdi bu 99 kişinin yeni iş kollarında çalışması mı gerekli yoksa kalkıp teknoloji çok kötü bir şey demesi gerekli? Teknolojinin sınırı yok ve bu teknoloji dünyanın neresinde üretilirse üretilsin çiftçinin bile ayağına kadar gelebiliyor. Bu örneği vermemin sebebi ise insanlar için hayati öneme sahip olan yiyeceklerimizin üretilmesindeki devrimin boyutlarını vurgulamak. Bundan 30 yıl sonrasını düşünelim şimdi de. Tarlaya gideceksiniz, bakacaksınız ki domatesleriniz çoktan ekilmiş. Az önce kar eden çiftçinin kendisi de şimdi işlevsiz hale gelmiş olacak. Artık yıl 2050 olduğunda kimse gidip tarlada kazma kürek çalışmayacak emin olabilirsiniz. Bazı büyük şirketler sizin arazilerinizi çok düşük maliyetlere ekip hasat edebilecekler. Şirket çalışanı sabah saat 10'da yatağından kalkıp kahvaltısını yaptıktan sonra kahvesini alıp bilgisayarın başına geçerek şirketin robotlarını kullanarak sizin arazinizi evinden çıkmadan işleyebilecek. İşte bu teknoloji yapıldı yapılacak artık, an meselesi. hikayenin başında 100 kişi iş sahibi iken hikayenin sonunda sadece 1 kişi iş sahibi ve tarlada çalışmaktan zerre anlamayan, sadece bilgisayarın önündeki Joystick'i kullanmayı bilen bir kişi olacak. 2050'den bir 20 yıl sonrasına gittiğimizde ise bu kişi bile iş sahibi olamayacak çünkü güneş enerjisi ile çalışan hava şartlarına ve mevsimlere göre sebze ekip hasat edebilen, olgunluklarını kontrol edebilen, sebzeleri zararlı hayvanlardan koruyabilen, hasat ettiği ürünü fabrikalara ulaştırabilen yapay zekaya sahip robotlar da üretilmiş olacaktır. Tüm bunların yanında fabrikada da insan işçiler olacağını hiç düşünmüyorum. Olsa olsa bir kişi çalışır o da kontrolör olarak görev yapardı herhalde.
Yukarıdaki hikayede bu işten en karlı çıkacak olan kişi şüphe götürmez bir şekilde yazılımları ve fiziksel mekanizmayı geliştiren kişi olacaktır. Şimdi durum değerlendirmesi yaptığımızda, siz BEĞEN butonuna basan kişi mi olmak istersiniz yoksa beğen butonunun yazılımını yapan kişi mi?
Robotik kodlama eğitimlerinin küçük yaşlarda alınmasının gerekliliği günümüzün tartışmaları arasında. Biz görüyoruz ki, şimdiki dünyanın içine doğmuş dijital yerliler sosyal medya ve kontrolsüz internet tüketimi içerisinde kendilerini kaybedip üretken olamıyorlar. Kitap okumanın yerini "video izlemek" almış durumda ve önceki zamanlarda kitaplardan pek de faydasız bilgi bombardımanı olmazken şimdilerde ise videolarda tamamen işe yaramayan sadece 3 saniyelik kahkahalar atmamızı sağlayan faydasız içerikler gençleri etkisi altına almış maalesef. Üretim demişken kimsenin de gidip köyde, fabrikada, sanayide çalışmaya niyeti yok açıkçası. Bir çok konuda tren kaçmış iken çocuklarımızı geleceğin mesleği olan Kod Üretimine sevk edip bu konuda treni yakalamaları sağlanmalı. Bu konu öylesine hassas ki bir çocuğa "Büyüyünce ne iş yapmak istiyorsun?" dediğimde sadece insanların yapabileceği meslekleri söylemesini umuyorum, aksi taktirde üzülüyorum, çünkü tüm dünya insanlarını bir boş bulunmuşluk ve büyük bir hezeyan beklemekte. Sabah kalkıp takım elbiseyi giyip işe gitme devri de kapanıyor artık. Ayak uydurabilenler hayatta kalacak, diğerleri sadece tüketici konumunda kalacaklar. Biz kendi çocuklarımızın bu durumdan kurtarıp zihinlerini açarak yeni dünya düzenine ayak uydurmalarını sağlamalıyız. Bunun için ise yazılımları öğrenebilen ve aktarabilen insanlara ihtiyacımız var. Daha sonrasında ise kod üreten bireyler ile mekanik kafaları bir araya getirmek kalıyor. Bu da otomasyonun hayatımızdaki yerini sağlamlaştıracaktır. Şimdi tekrar soruyorum...
Yorumlar